Leylâ'sı uğrunda ve onun aşkı ile çöllere düşen Mecnûn, salyaları akan, tüyleri dökülmüş bir köpeği seviyor, okşuyor ve gözlerinden öpüyordu. Bu hali gören birisi dayanamadı; Mecnûn'a bağırdı:
"- A akılsız adam! Bu ne sersemliktir! Bu hayvanı, ne sarılmış öpüyorsun?
Mecnûn cevap verdi:
"- Sen ne anlarsın?! Bu köpeğin ne meziyeti var biliyor musun?!. Bu kadar köyün içinde gitmiş de Leylâ'nın köyünü yurt edinmiş ve o köye bekçi olmuş!.. Bunun bir kılını arslanlara değişmem. Gönlüne, canına, irfanına dikkat et ki, onun faziletini göresin!.. Leylâ'nın köyünü yurt tutan köpeğin ayağının bastığı toprak bile benim için azîzdir..."
Mesnevî'de diğer bir Leylâ hikayesi:
Devrin hükümdarı Leylâ'yı görür, hayret eder:
"- Mecnûn'un perişan olmasına sebep olan Leylâ sen misin? Senin diğer hemcinslerinden bir farkın yok!.." der.
Leylâ cevap verir:
"- Sen Mecnûn olmadığın için sus!.."
Şeyh Sadî (k.s.):
"- Leylâ'nın güzelliğine Mecnûn'un gönül penceresinden bakmalıdır." der.
Leylâ'yı görebilmek, onun gerçek hüviyetini müşahede edebilmek, senin de Mecnûn gibi sadık bir aşık olabilmene bağlıdır. Aksi halde görülen, suretten başka bir şey değildir. O aşka nail olmayan için Leylâ, sırf bir cisimden ibarettir.
Mesnevî'de geçen Leylâ hikayeleri birer mecazdan ibarettir. Leylâ, İlahî aşk sembolü, İlahî muhabbet ufkudur.
Allah (c.c.) İbrahim (a.s.)'i dost edinince, melekler:
"- Ey Rabbimiz! İbrahim sana nasıl dost olabilir? Nefsi, malı ve evladı var. Kalbi bunlara meyyaldir..." dediler. Müteakiben şu ibretli manzaralara ve İbrahim (a.s.)'ın ağır imtihanlarına şahid oldular:
İbrahim (a.s.) mancınıkla ateşe atılacağı zaman, melekler heyecanlandı. Bir kısmı Allah (c.c.)'dan İbrahim (a.s.)'e yardım etmek için izin istediler. Melekler, Hz. İbrahim (a.s.)'e bir isteği olup olmadığını sorunca, İbrahim (a.s.):
"- Dostla dostun arasına girmeyin!" buyurdu.
Daha sonra Cebrail (a.s.) geldi:
"- Bana bir ihtiyacın var mı?" diye sordu.
İbrahim (a.s.):
"- Sana ihtiyacım yok. O bana yetişir; ne iyi vekildir!" buyurdu.
İbrahim (a.s.), Allah (c. c.)'a verdiği andı yerine getirmek için oğlu İsmail (a.s.)'i kurban etmeye götürürken melekler yine heyecanlandılar:
"- Bir peygamber, bir peygamberi kurban etmeye götürüyor!" dediler.
İsmail (a.s.) ise, babası İbrahim (a.s.)'e:
"- Ey babacığım! Emrolunduğunu yap! İnşallah beni sabredenlerden bulursun. Bıçağını iyi bileyle; hemen kessin; can vermek kolay olur... Bıçağı çekerken de yüzüme bakma! Babalık şefkati ile geciktirebilirsin. Benim üzüntüm, kendi elinle kurban ettiğin evladının acısını ve hasretini ömür boyu unutmamandır."
Baba-oğul, teslimiyet okyanusunda yüzerlerken, Cebrail (a.s.) yetişti. Bıçağı köreltti. Cennetten koçu indirdi.
Allah (c.c.) İbrahim (a.s.)'e sayılamayacak derecede koyun sürüleri ihsan etti. Cebrail (a.s.) insan sûretinde geldi. Sordu!
"- Bu sürüler kimin? Bana bir sürü satar mısın?"
İbrahim (a.s.):
"- Bu sürüler Rabbim'indir. Şu anda benim elimde emanet olarak bulunuyor. Bir kere zikredersen, üçte birini; üç kere zikredersen hepsini al, götür!" dedi.
Cebrail (a.s.):
"Subbûhun, kuddûsün, Rabbünâ ve Rabbü'l-melâiketi ve'r-rûh." dedi.
İbrahim (a.s.):
"- Al hepsini! Senin. Al, git!" dedi.
Cebrail (a.s.):
"- Ben insan değil, meleğim, alamam." dedi.
İbrahim (a.s.):
"-Sen meleksen, ben de Halil'im (Allah (c.c.)'ın dostuyum). Verdiğimi geri alamam." dedi.
Nihayet İbrahim (a.s.), sürülerinin hepsini sattı. Mülk alıp vakfetti.
İbrahim (a.s.), canı, evladı ve malı ile ağır bir imtihan geçirdi. Rabbine büyük bir teslimiyetle râm oldu. Kulluğun mutlak noktasına erişti. Sûretten kurtuldu. Halîlullah (Allah (c. c.)'ın dostu) oldu.
Mevlana (k.s.) buyurur :
"Kur'an-ı Kerim, peygamberlerin hal ve evsafıdır. Kur'an-ı Kerîm'i huşû' ile okuyup tatbik edersen, kendini peygamberler ile, veliler ile görüşmüş farzet! Peygamber kıssalarını okudukça, ten kafesi, can kuşuna dar gelmeye başlar.
Biz bu ten kafesinden ancak bu vâsıta ile kurtulduk. O kafesten halâs olmak için bu yoldan yani, tevhîd tarîkından başka çare yoktur."