Bakın, topluluğun içinde ne kadar takvalı, mütevazı bir duruşu var… Onunla konuşmaya başladığınızda onun bu tevazusunun ardında korku bilmeyen cesur ve fakirleşmekten korkmayan cömert biri olduğunu da fark edersiniz.
Cafer de ilk Müslüman olanlardan birisidir. Resûlullah (s.a.v) henüz Erkamın evinden İslâmı yaymaya başlamadan önce 20 yaşlarında Müslüman olup, genç sahabeler arasına katıldı. Eşi Esmâ binti Umeys de onunla aynı gün Müslüman oldu. Her ikisi de İslâm düşmanlarının eziyet ve işkencelerinden paylarını düşeni aldılar. Cesaret ve kahramanlıklarıyla İslâm tarihine adlarını yazdırmayı başardılar. Ne mutlu onlara!
Caferin hayatı da kardeşi Alininki gibi İslâmın güzellikleriyle dopdolu. Ancak onun hayatını yakından incelediğimizde iki olayın daha çok öne çıktığını görüyoruz. Bunlardan birincisi, eşiyle Habeşistana hicret etmesi ve orada Necâşînin ve Mekkeli müşriklerin huzurunda yaptığı konuşma… Diğeri de Mûte savaşında gösterdiği kahramanlık ve ardından şehit olmasıdır.
Cafer (r.a.), işkencelerden biraz nefes alabilmek ve kurtulmak için Resûlullah Efendimizin talimatıyla güven yurdu olarak bildikleri Habeşistana hicret etti. Orada İslâmın ve Resûlullahın sözcüsü oldu. Allah ona ince anlayış, parlak zekâ ve etkileyici bir konuşma gücü bahşetmişti. Habeşistan kralı Necaşînin ve Mekkeli müşriklerin huzurunda Müslümanların sözcüsü olarak yaptığı konuşma asla unutulmayacaktır. Onun bu konuşması, Mûte savaşındaki kahramanlığından aşağı değildir. Caferin duygulu ve etkili konuşması Necaşînin kalbini fethetti. Böylelikle beraberindeki tüm Müslüman muhacirlerin Habeşistanda güven ve huzur içinde yaşamaları sağlanmış oldu…
Habeşistan muhacirleri, Hayberin fethinin hemen akabinde Medineye döndüler. Resûlullah Efendimiz Caferi karşısında görünce kalbi sevinçle doldu, onu kucakladı. "Hayberin fethine mi yoksa Caferin dönüşüne mi sevineyim, bilemiyorum." buyurdu…
Bir hareket ve heyecan var Medinede. Müslümanlar savaşa hazırlanıyorlar. Cafer ordunun ikinci komutanı olmuş. Halbuki yaşı henüz 39. Kendisinden yaşça büyük sahabiler var… Ama sergilediği ileri görüşlülük, yiğitlik ve üstün savaş kabiliyetinden dolayı Resûlullah Efendimiz onun komutan olmasını uygun görmüş… Ordu, Mûte mevkiinde kendisinden çok daha kalabalık Bizans ordusuyla kıyasıya bir savaşa tutuşuyor. Kılıç şakırtıları, at kişnemeleri, toz toprak, her şey birbirine karışmış durumda. İslâm ordusunun ilk komutanı Zeyd bin Hârise şehit oluyor. Komuta şimdi Caferde… İşte bakın orada, şiirler okuyarak düşman saflarının arasına dalıyor.
"Soğuk şaraplarıyla ve tüm güzellikleriyle/Cennete yakın olmak ne güzel!/Soysuz kâfir Rum tüm şiddetiyle saldırmakta/Bize düşen, onların boyunlarını uçurmaktır!."
Düşman dört bir yandan Caferin etrafını sarıyor, onu kuşatıyor… O kadar kalabalıklar ki, kuşatmayı yarıp dışarı çıkamıyor... Derken sağ elini kaybediyor sancağı sol eline alıyor, sol elini de kaybediyor... Bu defa sancağı kollarıyla kavrıyor. Öylece yere düşüyor… Bu hâlde dahi sancağı yere bırakmıyor... Cafer, Allaha kulluğunda ve cennet isteğinde samimiydi… Bu sebeple Allah onun dileğini gerçekleştiriyor, şehit oluyor. Medinede Allah Resûlü, Caferin evine gidiyor, şehadetini bildiriyor. Onun evlatlarını bağrına basıp, onlarla birlikte gözyaşı döküyor. Belli ki Caferi çok seviyor. Cafer onun için amcasının oğlu olmasının çok ötesinde kıymetli bir genç sahabi… Yine bir diğer genç sahabi olan Abdullah b. Ömer onun hakkında şöyle diyor: "Mûte savaşında Caferle beraberdim... Vücudunda doksandan fazla kılıç ve mızrak yarası vardı."
O şimdi ebedî cennetlerde, nimet ve bolluk içerisindedir... Allah Resûlü onun hakkında şöyle buyuruyor: "Onu cennette gördüm. Kan kırmızısı renginde iki kanadı vardı..." O ne kadar bahtlı ve kutlu bir delikanlı! Gelin, Caferi Cennetin eşsiz nimetleriyle baş başa bırakıp, genç sahabe arasındaki yürüyüşümüzü sürdürelim… Şu ilerideki delikanlıyı görüyor musunuz? "Kurdun kendisiyle konuştuğu" Seleme bin Ekvâ değil mi o? Evet, ta kendisi… Haydi, yanına gidip, onu da biraz daha yakından tanıyalım.