ABDULLAH İBN UMMİ MEKTUM
«Allah Teâlâ m hakkında daima okunan ve dünya var oldukça da okunacak 16 âyet indirdiği âmâ bir kişi».[1]
Bu kimdir ki, Peygamber (s.a.v.), yedi kat semanın üstünden en ağır ve en acı bir şekilde azarlanmiştir. Kim bu şahıs ki, Cibrîl-j Emîn onun hakkında, Allahın katından Peygamberin {s.a.v.) kalbine vahiy indirmiştir.
İşte bu, Rasûlüllahın {s.a.v.) müezzini Abdullah İbn Ummi Mek tumdur.
Mekkeli ve Kureyş en olan Abdullah İbn Mektum, Rasûlüllahla (s.a.v.) akraba idi. O, Müminlerin annesi Hatice Bint Huveylidin dayı oğlu idî.
Babası Kays İbn Zaid, annesi ise Âtike Bint Abdillah ir.
Abdullah İbn Ummi Mektum, Mekkede nurun doğuşuna şahit ol*muş, Allah göğsünü îmana açmış ve İslâma ilk girenlerden olmuştur.
İbn Ummi Mektum, bütün sebat, kararlılık ve fedakârlığıyla Mek*kedeki müslümantarm çilesini yaşamıştır...
Arkadaşları gibi, o da Kureyşin eziyetlerine göğüs germiş ve on*ların yaptıklarını o da tatmıştır. Ama o, hiç sarsılmamış, gevşememiş, imânında da zayıflama olmamıştır. Ancak bunlar, onun Allahın dinine ve Kitabına olan bağlılığını, Allahın kanunu hakkındaki bilgi ve anlayı*şını ve Rasûlüllaha (s.a.v.) olan sevgisini artırmıştır.
RasûiüİIah n (s.a.v.) Kureyşin ileri gelenleriyle sık sık görüştüğü ve onların İslâma girmelerini çok istediği devrelerdeydi. O, bir gün Utbe İbn Rabîa, kardeşi Şeybe İbn Rabia, lâkabı Ebu Cehl olan Amr İbn Hişam, Umeyye İbn Halef ve Allahın kılıcı Halidin babası Velîd İbn Muğire ile buluşmuş» onlara İslâmı telkin etmeye çalışıyordu. Böylece onları ya İslâma girerler ya da ashabına eziyet etmekten vazgeçerler zannediyordu.
İşte tam bu sırada, onun yanında Abdullah İbn-i Ummi Mektûm Allahın Kitabından bir ayeti okuyarak çikageldi.
«— Ya Rasûlallah! Allahın sana öğrettiğinden bana da öğret», dedi. Rasûlüllah (s.a.v.) yüzünü çevirip suratını astı ve konuşmakta ol*duğu Kureyşlilere doğru döndü. İslâma girmelerini ve İslâma girer*lerse Allahın dininin kuvvetleneceğini ve onun Rasûlünün (s.a.v.) da*vetinin teyidi olacağını ümit ettiği için onlara yöneldi.
Rasûlüllahın onlarla yaptığı konuşma sona erer ve evine dönme*ye niyet eder etmez, Allah bir müddet onun görme duygusunu aldı ve sanki birşeyin başına vurduğunu hissetti...
Daha sonra Allah şu âyetleri indirdi :
1. O (Peygamber) hoşlanmadı ve yüzünü çevirdi.
2. Kendisine o amâ geldi diye...
3. Onun halini sana hangi şey bildirdi? Belki o, (senden sormak*la cehalet kirinden) temizlenecekti.
4. Yahut öğüt alacaktı da, o öğüt kendisine fayda verecekti.
5. Amma (malı ile Allaha) ihtiyâç göstermiyene gelince;
6. Sen, ona dönüp sözüne kulak veriyorsun.
7. Onun (İslâmı kabul etmeyip) temizlenmemesinden sana ne? (Sen ancak tebliğe memursun)
8. Amma sana koşarak gelen,
9. Allah an korkmuş iken,
10. Sen ondan yüz çeviriyorsun.
11. Hayır, (bir daha böyle yapma) çünkü o Kurân bir öğüttür.
12. Artık dileyen ondan öğüt alır.
13. O Kurân (Levh-î Mahfûzda, Allah katında) çok şerefli sahifelerdir.
14. Ki . (onların) kıymetleri yüksektir, tertemizdirler.
15. (Meleklerden ibaret) kâtiblerin elleri ile yazılmıştır.
16. Ki onlar, (Allah katında) kerîmdirler, itaatkârdırlar...» [2]
Cebrailin, Abdullah İbn Ummi Mektum hakkında Hz. Peygamberin (s.a.v.) kalbine indirdiği 16 ayet ki; indikleri andan bugüne kadar oku*na gelmiş ve Kıyâmete kadar da okunacaktır.
İşte o günden itibaren Rasûlüllah (s.a.v), Abdullahın evine ziya*rete gittiğinde onlara ikramda bulunur, o geldiğinde de ona yakın otu*rur, halini hatırını sorar ve ihtiyacını karşılar olmuştur.
Bunda şaşılacak birşey yoktur, çünkü onun yüzünden Rasûlüllah (s.a.v.) yedi kat semânın üstünden en şiddetli ve en sert bir şekilde azarlanmamış mıdır?
Kureyş, Rasûlüllaha (s.a.v.) ve beraberindeki müminlere eziye*tini artırıp, onlar dayanamaz hale gelince, Allah müslümanların hicret etmesine müsaade etmişti. Abdullah İbn Ummi Mektum yurdunu en çabuk terkeden ve dînini en erken kurtaran olmuştu...
Rasûlüllahın (s.a.v.) ashabı arasında Abdullahla, Musa Umeyr Medîneye ilk gelenlerden olmuştu.
Abdullah İbn-i Ümmi Mektum Yesrîbe varınca, arkadaşı Musâ İbn-i Umeyrle birlikte sık sık halkın arasına girip onlara Kurani oku*maya ve Allahın dinini öğretmeye başladılar.
Rasûlüllah (s.a.v.) Medîneye gelince, Abdullah İbn-i Ummi Mek-tumla, Bilâl İbn-i Rabahi, hergün 5 kere Kelime-i Tevhîdi yüksek ses*le okumak, insanları en hayırlı amele davet etmek ve onları felaha teşvik etmek üzere müslümanların müezzinleri yaptı.
Bilâl ezan okur, İbn-i Ummi Mektum ise kaamet getirirdi. Bazen de İbn Ummi Mektum ezan okur, Bilâl kaamet getirirdi.
Ramazanda Bilâlle İbn-i Ummi Mektumun . farklı bir durumları vardı : Medinedeki müslümanlar, birisinin ezanıyla sahura kalkıyorlar, diğerinin ezanıyla da oruca başlıyorlardı.
Bir gece Bilâl ezan okuyup halkı uyandırıyor, İbn-i Ummî Mektum ise fecri bekliyor ve bunda hiç şaşirmıyordu.
Hz. Peygamberin (s.a.v.) İbn-i Ummi Mektuma şöyle bir ikramı daha vardır: Birisi Mekke in fethinden olmak üzere, on defadan faz*la Medineden ayrıldıkları zaman yerine onu bırakmıştır.
Bedir gazvesinin sonlarında Allah, peygamberine mücâhidierin du*rumunu bildiren Kurân âyetlerini indirdi. Bu . âyetlerde Allah, cihâda çıkması sebebiyle mücâhidleri cihâda katılmayanlara üstün tutuyor*du. Bu durum İbn-i Ummi Mektuma tesir etmiş ve böyle bir faziletten mahrum edilmek ona zor gelmişti. Bunun üzerine :
«— Ya Rasûlallah! Cihâda gücüm yetseydi cihâd ederdim», dedi. Daha sonra Allah an samimi bir kalple kendisi ve kendisi gibi özür*leri sebebiyle cihâda çıkamayanlar hakkında bir âyet indirilmesini is*tedi. Boynu bükük bir halde dua etmeye başladı :
«— Ya Rabbi! Benim mazeretimi kabul et... Ya Rabbi! Beni mazeretimi kabul et».
Aflah (c.c.) onun duasına icabet etmede acele etmedi... Rasûlüllahın [s.a.v.) vahiy kâtibi Zeyd İbn-i Sabit şöyle anlatmıştır:
«— Rasûlüllahın (s.a.v.) yanında idim, onu birden bire sekînet kapladı. . Dizi, dizimin üzerine düştü. O anda, Rasûlüllahın (s.a.v.) di*zinden daha ağır hiçbir şey görmedim. Sonra açılıp kendine gelince şöyle dedi :
«— Yaz Zeyd!» Ben de yazdım :
«— İnananlardan yerlerinde oturanlarla . Allah yolunda cihad eden ler bir olmaz».
İbn-i Ummi Mektum kalkıp şöyle dedi :
«— Ya Rasûlallah! (s.a.v.) Cihada gücü yetmeyenin durumu na*sıldır?»
Sorusunu sorar sormaz, Rasûlüliahı (s.a.v.) yine sekînet kaplayıp dizi dizimin üzerine düştü. Önceki ağırlığını yine hissettim. Rasûlüüah (s.a.v.) açıldıktan sonra :
«— 2eyd! Yazdığını oku bakalım!» Okudum :
«— İnananlardan yerlerinde oturanlar bir olmaz...» Rasûlüllah (s.a.v.) ilâve etti :
«—Yaz : «Özür sahipleri hariç...»
İbn-i Ummi Mektumun istediği istisna nazil olmuştu.
Allah Tealâ Abdullah İbn-i Ummî Mektum ve emsalini cihâddan muaf tutmasına rağmen, onun coşkun gönlü oturanlarla kalmaya razı olmayıp Allah yolunda cihâda karar verdi.
Büyük nefisler ancak büyük işlerle tatmin olabilirlerdi.
O günden itibaren . hiçbir gazadan geri kalmayı istemeyip vazifesi*nin savaş alanlarında olduğuna karar verdi. O şöyle diyordu :
«— Beni saflar arasında durdurunuz ve sancağı veriniz, onu sizin için taşıyıp muhafaza edeyim... Nasıl olsa, ben kaçmaya gücü olma*yan bir âmâyım».
Hicretin 14. yılında Ömer İbnul-Hattab, İranhların saltanatlarına son veren bir savaşa girmek istedi.
Yetkili memurlarına şöyle yazdı ;
«Silâhı, atı, yiğitliği veya görüşü olan herkesi bana gönderiniz, ace le ediniz».
Müslüman toplulukları Farukun çağrısına cevap vermeye ve her taraftan Medineye gelmeye başladılar. Bunların arasında görme du*yusundan mahrum olan mücâhid Abdullah !bn-i Mektum da vardı.
Faruk, büyük ordunun . başına Sad İbn Ebî Vakkası tayin etti. Ona bazı tavsiyelerde bulundu ve uğurladı.
Ordu Kadisiyyeye vardığında, Abdullah İbn Ummi Mektum zırhını kuşandı ve diğer hazırlıklarını tamamlayıp meydana atıldı. Müslüman-^ ların sancağını taşımak, korumak veya onun önünde ölmek için ken*dini tehlikeye atmıştı.
Araplar fetihler tarihinin bir benzerine şahit olmadığı şekilde, zoriu ve sıkıntılı olarak üç gün savaştılar. Nihayet üçüncü gün kesin zafe*rin müslümanlara ait olduğu belli oldu. En büyük devletlerden birisi yıkılmış, en eski tahtlardan birisi de yok olmuştu...
Putçuluk toprağında tevhîd sancağı yükselmişti.
Bu kesrn zaferin bedeli yüzlerce şehid olmuştu.
Bu şehidlerin arasında Abdullah İbn-i Ummi Mektum da vardı... O, kanlar içinde müslümanların sancağını kucaklamış ve yere yıkılmış bir halde bulundu.[3]