Şehid Abbas Musavi’nin akrabası olmakla övünen ve göğsünü gere gere “Ene Hizbullah” diyen bir taksici…
- Bizi Beyrut’a götürür müsün?
- Hemen!
Üç saat sonra bir sınır kapısına dayanıyoruz.
“Geçiş yok.”
İsrail saldırmış, yemek molası veren bir grup Suriyeli ölmüş, sınır kapısı kapanmış.
Başka bir kapıya yöneliyoruz.
Bu kapı açık.
“Ehlen ve sehlen” diyor Lübnanlı polis.
“Ehlen bikum” deyip geçiyoruz.
Anayollar vurulmuş, köprüler yıkılmış; kenar yollardan gidiyoruz.
Trablus’ta Şeyh Nasrallah posterleri, Hizbullah bayrakları.
İki saat sonra beyaz bir inci gibi Beyrut.
“Ey Beyrut, ey dünyanın prensesi!” şarkısı yükseliyor zihnimde.
Bu şarkının eskidiğini düşünüyorum.
Beyrut artık Şeyh Nasrallah’la anılıyor; delikanlının kralı!
*
“New Home Residence” diye bir otele yerleşiyoruz.
10’uncu kat.
Balkona çıkıp “Esselamu aleykum yâ Beyrut” diyoruz.
Bir an evvel şehre dalmak için sabırsızlanıyoruz.
Bir an evvel şehre dalıyoruz.
Akşam vakti.
Beyrut’un normal şartlar altında cıvıl cıvıl olma vakti.
Şehir ıssız.
Kaldırımlarda tek-tük insanlar.
Yollarda tek-tük arabalar.
Dört dükkandan üçü kapalı.
“Bugün yine havaalanı civarını vurdular,” diyor bir Beyrutlu, “yoksa şehir bu kadar ıssız olmazdı.”
Otele dönerken bir bakkala uğruyoruz.
Ehl-i Şia’dan bir ailenin bakkalı.
“Evimiz bombardımanda yıkıldı, onun için ailece dükkanda yatıp kalkıyoruz.” diyorlar.
Hizbullah’a kızıyorlar mı?
“İsrail’i tahrik edip başımızı derde soktu, Lübnan’ı ateşe attı, bizim de evimizi yıktırdı” diyorlar mı?
Asla!
Tam tersine; üzerinde Mescid-i Aksa ve Şeyh Nasrallah resmi olan bir kumbara gösterip, “Hizbullah’ın mücadelesine sizin de bir katkınız olsun.” diyorlar.
*
Sabahleyin güney yollarına düşüyoruz.
Yol boyunca yıkık köprüler.
20 gün önce vurulmuş bir elektrik santralı; hâlâ dumanlar yükseliyor.
Sayda yakınlarında Kitirmaya diye küçük bir şehre varıyoruz.
Şehir neşeli.
Neşe cihat neşesi.
“İsrail’e füze yağıyor, Allahuekber velillahi’l hamd” diyor herkes.
Herkes Sünni, herkes Şeyh Nasrallah ve askerleri için duacı.
“Mezhep meselesi yok artık; onlar Allah yolunda bütün Müslümanlar için savaşıyorlar. Biz de onlarla beraber savaşıyoruz.”
Savaşmak lafta kalmıyor.
İhvan-ı Müslimin teşkilatına bağlı milisler sınır boyundaki çatışmalara fiilen katılıyor.
Mücahitler daha ne kadar dayanabilir?
Lübnan halkı daha ne kadar dayanabilir?
Kime sorsanız aynı şeyi söylüyor: “Biz alışığız, biz sonuna kadar dayanırız, üstelik şehadeti şerbet diye içeriz; ama dünya hayatına en düşkün millet olan Yahudiler bu savaşa uzun süre dayanamaz. Bugüne kadar istedikleri gibi vurup kırıyor, yakıp yıkıyorlardı. Hep biz ölüyorduk, onlara bir şey olmuyordu. Ama artık güçlü bir İslami direniş var. Artık onların şehirlerine de füzeler düşüyor, artık onlar da ölüyor. Dünya hayatına tapanların katlanabileceği bir çile değil bu. Yakında barış isteyeceklerdir.”
*
Bir ay içinde binden fazla Lübnanlı öldü; çoğu çocuk. Hastaneler yaralılarla dolup taşıyor.
700 binden fazla Lübnanlı, ülkenin güneyinden kuzeyine hicret etti.
200 binden fazla Lübnanlı, ülkeyi terk etti.
Yıkılan evlerin, köprülerin haddi hesabı yok.
İlaç, petrol, elektrik sıkıntısı had safhada.
Açlık tehlikesi kapıda.
Felaketin bini bir para.
Yine de Lübnan’ın başı dik.
Beyrut’taki nümayişlerde Hıristiyan kızlar bile şöyle bağırıyor: “Vur Hizbullah vur, Telaviv’i de vur!”; bedeli ne olursa olsun.