MÜSLÜMANLARIN KENDİ ÜLKELERİNİ SAVUNMALARI EN ÖNEMLİ FARZ-I AYINDIR!
Hamdin tamamı Allah'ındır; yalnız O'na hamd ederiz. O'ndan yardım dileriz, O'nun yarlığamasını isteriz. İç dünyalarımızdaki kötülüklerden ve çirkin davranışlarımızdan Allah'a sığınırız.
Kimler Allah katında "Saîd" olarak yazılmışsa, o kişileri "Şaki" tanıtacak hiçbir güç olmadığı gibi, kimler de Allah katında "Şakî" olarak yazılmışsa, onları da "Saîd" tanıtacak hiçbir kimse yoktur.
Allah'tan baka hiçbir ilâh olmadığına, Hz. Muhammed (s.a.v)'in O'nun kulu ve peygamberi olduğuna tanıklık ederim. Allah Teâlâ ona, onun Âl-i Beytine ve dava arkadaşları olan bütün sahabeye salât ve selâm kılsın.
Andolsun ki Allah, kendi rahmetiyle bu dini, bütün âlemlere sevgi kaynağı olsun diye seçerken bütün peygamberlerin Efendisi (s.a.v)'i bu dinle peygamberlerin son halkasını teşkil etmesi için gönderdi. Bu dini Rasûlullah (s.a.v) açık belgelerle ve örnek insan olarak açık duruma getirdikten sonra, kılıçla ve mızrakla başarıya kavuşturdu.
Nitekim Ahmed ve Taberânî'nin rivayet ettiği sahih hadiste Rasûlullah (sa.v) şöyle buyurdu:
"Kıyametin kopması saatinde tek ve ortağı olmayan Allah Teâlâ'ya kulluğu sağlayıncaya kadar kılıçla peygamber olarak gönderildim. Allah (c.c) benim rızkımı kargımın gölgesi altında takdir buyurdu. Horluğu ve halkı arasında küçük düşürülmeyi, bana karşı çıkanlara belâ olarak verdi. Her kim kendi isteğiyle başka bir kavme benzemeye çalışırsa o kişi, o kavmin bir parçasıdır." (Elbânî: Camiu's-Sagîr Sahihi, 2828)
Allah Teâlâ'nın koyduğu plân, yeryüzünün dirlik düzeninin etki-tepki yasasına göre sağlanmasını gerekli kılmıştır ve Allah Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:
"Şayet Allah, insanların bir bölümünü etki, bir bölümünü de tepki gösterir durumda kılmasaydı yeryüzünün dirlik ve düzeni bozulurdu. Fakat Allah, bütün âlemlere üstünlük sahibidir." (Bakara/251)
Yani Allah Azze ve Celle, böyle kendi değişmez yasasını onlara uygulamak ve etki-tepki yasasını, başka bir deyimle hak batıl sürtüşmesi kanununu açık-seçik kılması suretiyle bütün insanlığı yüce otoritesi altına almıştır. Bu plân ve yasalar insanlığın dirlik ve düzenliği, gerçeklerin her zaman üstün gelmesi ve iyi değerlerinin yaygınlaşması uğrunadır. Hatta taabbûdî (determinist) anlamda dini semboller olan ibadetlerin rolü bu yasayla koruma altına alınmıştır.
Zira Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
"Şayet Allah toplumun bir bölümünü etki, bir bölümünü de tepki gösterir kılmasaydı, kesin olarak içlerinde Allah'ın adı bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılır giderdi. Allah kendisine yardım edenlere elbette zafer verecektir. Kuşkusuz Allah en üstün ve en güçlü otoriterdir." (Hacc/40)
Bu kanun; "etki-tepki kanunu" yahut cihad kavramı Allah Teâlâ'nın Kitabı'nın büyük bölümünü kaplamıştır. Zira gerçek düzenin kendisini koruma altına alacak bir üstün gücün bulunması zorunluluğu vardır. Nice gerçek düzenler olmuştur ki, adamlarının pejmürdeliği nedeniyle ayaklara düşmüştür. Nice batıl düzenler gelmiştir ki, uğrunda kanını seve seve akıtarak, kurban olacak büyük adamları ve sempatizanları bulunduğu için yüksek mevkilerde bulunmuştur.
O halde cihad hareketi iki temel esas üzerinde yaşar: Sabır ki kalpte ve gönüllerde bulunan yiğitlikleri dışa yansıtır. Yücelik duygusu ki malı ve canı ortaya sermekten ibarettir. O halde gönül cömertliği cömertliklerin en üst katındadır. Nitekim İmam Ahmed'in rivayet ettiği sahih bir hadiste: "İman: Sabır ve geniş yürekliliktir." buyurulur.(Elbânî: Sahih Hadisler Serisi, 554)
İbni Teymiyye de Mecmuul- Fetava'da (28/157) şöyle der: İnsanoğlunun dirlik ve düzenliği, din ve dünyası açısından ancak yiğitliği ve yüce duygular taşımasıyla tamamlanabildiğine göre Allah Subhanehu açıklıyor ki, her kim kendi nefsiyle cihaddan uzak durursa, Allah Teâlâ o kişilerin yerine cihadı gerçekleştirecek kişileri getirir:
"Eğer cihad ordusuna katılmazsanız Allah sizi pek acıklı bir azapla cezalandıracak ve yerinize sizden başka bir kavim getirecek: Siz O'na hiçbir zarar veremeyeceksiniz. Çünkü Allah her şeye kadirdir." (Tevbe/39)
Bu nedenle Rasûlullah (s.a.v) karakterlerin en kötüsüne işaret etti ve cimrilik ile korkaklığın hem bireylerin düzenlerinin bozulmasına, hem de toplumların düzenlerinin alt üst olmasına neden olduklarını vurguladı. İşte bir sahih hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır:
"Bir adamdaki kötülüklerin temeli doyum bilmeyen cimrilik ve utanma bilmeyen korkaklıktır." (Ebû Dâvûd ve Buhari" Tarih'te rivayet etti. Bkz. Camiu's-Sahih, 3603) (Ebû Dâvûd sahih olarak rivayet etti.)
Çok değerli geçmiş büyük insanlarımız üzerinden nice yüzyıllar geçti. Onlar bu etki-tepki yasasıyla hükmettiler ve yeryüzünün efendisi oldular. Allah Teâlâ'nın nitelediği şu insanlar gibi, bütün insanlığın üzerinde söz sahibi oldular:
"Onların içinden, sabrettikleri zaman bizim emrimizle doğru yola ileten önderler yetiştirmiştik." (Secde/24)
Nitekim Rasûlullah (s.a.v) bir sahih hadiste şöyle buyurdu:
"Bu ümmetin temeldeki dirlik ve düzenliliği sade yaşayış ve tavizsiz imanı ile olurken, sonundaki silinişi de cimriliği ve doyumsuz beklentisi yüzünden olur." İmam Ahmed, Taberânî (Evsat) ve Beyhakî rivayet ettiler. (Sahihu'l-Câmi, 3739)
Daha sonra yeni yetişen müslüman nesil geldi. Allah Teâlâ'nın bütün yasalarını askıya aldılar ve böylece Rabb'lerini unuttular. Dolayısıyle Rabb'leri de onları unutuverdi. Rabb'lerinin temel yargılarını toplumdan sildiler, Rabb'leri de onları toplumdan siliverdi:
"O (üstün şahsiyetlerin) ardından öyle bir nesil türedi ki, ne namazı tanıdılar, ne de hayvansal davranışlarını dizginlediler. İşte onlar 'Gayya' vadisini boylayacaklar." (Meryem/59)
Kötü değerler taşıyan davranışları kendilerine güzel gösterildi. Böylece kişisel kaprislerinin ardına düştüler. Bir sahih hadiste Rasûlullah şöyle buyurdu: "Kuşkusuz Allah, obur, şişman kişiyi ve laf dinlemeyen şımarığı, sokaklarda avaz avaz bağıran serseriyi, geceleyin kütük gibi derin uykuya dalıp gündüzleri maymun iştahıyla işe girişeni ve dünya denince iştahı kabaran, ahiret denilince de ölüm komasına düşeni hiç sevmez." (Sahihu'l-Câmi'us-Sagîr, 1874) İşte kaybolan farz görevlerden ve unutulan hayati değerlerden birisi de cihad görevidir ki, bu farz Müslümanların güncel yaşantısından silindi, böylece o müslümanlar sel suyuna kapılmış saman çöpü durumuna geldi.
Bu gerçeği Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle dile getiriyor:
—Bütün (İslâm) düşmanları her yönden üstünüze saldırabilir; tıpkı aç gözlü, obur insanların yemek tabağına saldırdığı gibi. Bunun üzerine sorarlar:
—Ya Rasulullah, yani o günde biz Müslümanların azınlık olması nedeniyle böyle olacak, değil mi?
—Hayır! Ne yazık ki; sizler saman yığınları gibi kalabalık olacaksınız. Fakat, sele kapılmış saman çöpleri gibi olacaksınız Vehm sizin kalplerinizde tahtını kurar. Böylece tedirginlik düşmanlarınızın kalplerinden uzaklaşmış olur. Bunun nedeni sizlerin dünyayı aşırı sevmeniz ve ölüm gerçeğini kötü görmenizden başkası değildir.
Bir rivayette de ashab şunu sorar:
—Vehm ne yüzündendir? Ya Rasulullah!
—Sizin dünyayı sevmeniz, böylece düşmanla savaşmayı kötü olarak bellemenizdir. (Sahih Hadisler Serisi, Sayı; 958) diye cevap alırlar. İmam Ahmed hadisi lsnad-ı Ceyyid ile rivayet ederken Ebû Dâvûd bir rivayetinde "ölümü kötü olarak bellemek" deyimini "sahih hadistir" biçiminde vermiştir.